İslam Felsefesinin Devleri: Farabi, İbn Sina, İbn Tufeyl, İbn Haldun ve Gazali
İslam felsefesinin zirvelerinden sayılan Farabi, İbn Sina, İbn Tufeyl, İbn Haldun ,Gazali , İbni Rüşt, Sühreverdi, ve İbni Bacce gibi düşünürler, yüzyıllardır filozofları ve düşünce tarihçilerini etkilemeye devam etmiştir. Bu büyük zihinlerin, İslam dünyasının ve hatta dünya düşünce tarihine yaptığı katkılar yadsınamaz. Bu yazıda, bu önemli filozofların hayatları, eserleri ve İslam felsefesine olan katkıları üzerinde duracağız.
İbni Sina, Buhara'da doğmuştur ve çok küçük yaşlardan itibaren İslam ilimleriyle uğraşmış, alim mertebesine ulaşmış bir insandır. 'Eş-şeyh-ül-reis' unvanıyla meşhur olan bu isim, Batı'da 'Avicenna' olarak bilinir. Önemli eserleri içerisinde 'Kitab-ül Şifa', 10 ciltlik bir eser olup, bilim ve felsefe ansiklopedisi olarak kabul edilir.
Bununla beraber, 'El-Kanun fi't-Tıb' isimli eseri var. 'Kitabun Necat' isimli eseri var ki, 'Kitabü'ş-Şifa'nın özeti mahiyetinde bir eserdir. 'Risale fi'l-Kader ve İspat en-Nübüvve' şeklinde devam eden eserler var. Son eseri olarak da 'El-İşarat ve't-Tenbihat' isimli eserin olduğunu ifade edebiliriz.
İbni sina tıp bilimiyle uğraşan bir isim olduğu için 'El-Kanun fi't-Tıb' isimli eseri oldukça kıymetlidir. Bununla birlikte, 'Uyumu'l-Hikme', 'Danışmanı'l-Alai', 'El-Hikmetü'l-Meşrikiyye', 'Kitabü'l-Mebde ve'l-Maat' şeklinde devam eden eserleri var ama bunlarla beraber 'Hayy bin Yekzan' yine bilinmesi gereken bir eserdir.
Hayy bin Yekzan, aslında İbn Tufeyl ile meşhur olunan bir eserdir. Yani, bu eseri ilk kaleme alan kişi İbn Tufeyl'dir. Ancak, İbn Sina da daha önce benzer bir hikayeyi farklı bir formatta ele almıştır. İbn Sina, bu hikayeyi daha çok felsefi bir bakış açısıyla, varlık nazariyesi çerçevesinde ele alırken; İbn Tufeyl ise bu hikayeyi bir roman tadında, daha edebi bir dille işlemiştir. Bu nedenle, bu eser daha çok İbn Tufeyl ile özdeşleşmiştir.
İbn Sina'nın varlık nazariyesi, 'sudur' anlayışına dayanır. Sudur, zorunlu varlık olan Tanrı'dan yalnızca ilk aklın çıkacağı ve bu ilk aklın diğer varlıkları meydana getireceği anlamına gelir. Bu süreçte, faal aklın maddeye suret vermesiyle varlıklar oluşur ve bu sürece 'vahiy' veya 'süver' adı verilir. İbn Sina, mutlak anlamda sadece Tanrı'nın basit olduğunu öne sürmektedir. Bununla birlikte, Tanrı'nın mahiyeti ile varlığı aynıdır, daha geniş bir ifadeyle, Tanrı'nın mahiyeti ve varlığı O'nda iki ayrı öğe olarak değil, tek bir öğe olarak bulunmaktadır der ve varlığı 'araz' olarak da ifade eder.
Bununla birlikte İbni sina, varlığı üç şekilde sınıflandırır: zorunlu varlık, mümkün varlık ve mümteni varlık. Zorunlu varlık dediğimiz Allah Teala, mümkün varlık dediğimiz Allah dışında yaratılan varlıklar, mümteni varlık ise Allah'ın yokluğunun düşünülemez olmasıdır. Bil-meleke, bil-fiil, müstefad ve kutsi akıl gibi kavramlar da bu bağlamda önemlidir.
Ancak, buraya değinmeden önce İbn Sina'yı genel olarak ele aldığımızda, insanın ruhu ve bedeni üzerine önemli çalışmalar yaptığını görürüz. Ve insanı ele alırken İbn Sina, ruhu ve bedeni birbirinden ayrı iki cevher olarak görmekte ve bu görüşünü delillerle desteklemektedir. Daha sonra da bu iki cevherin birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır.
İbn Sina, öncelikle ruhun manevi bir cevher olduğunu göstererek işe başlamıştır. Bu konudaki 'uçan insan' benzetmesi oldukça meşhurdur.
İbn Sina, ruhun varlığının bedenden önce olmadığını, yani ruhun bedenle birlikte var olduğunu ve hatta bedenin ölümünden sonra da devam ettiğini, yani ölümsüz olduğunu savunur. Yani ruh-beden ilişkisinde temel ilke, ruhun maddeyi etkileyebilecek bir yapıda, maddenin ise ruha tabi olacak bir tabiata sahip olduğu anlayışına dayanmaktadır. İbn Sina, nazar ve mucize gibi olayları da bu ilkeyle açıklar.
İbn Sina, ruhun üç temel etkinliğinden bahseder: bitkisel, hayvansal ve insani. Beslenme, büyüme ve üreme gibi güçler, bitkisel faaliyet gösteren ruha 'nebatî ruh' adını verir. Hissetme, idrak etme ve hareket etme güçleriyle faaliyet gösteren ruha ise hayvansal ruh adını verir. Bunları daha detaylı inceleyecek olursak, İbn Sina bu güçleri 'dış idrak gücü' ve 'iç idrak gücü' olmak üzere ikiye ayırır. Dış idrak gücü, beş duyu organımızla ilgilidir. İç idrak gücü ise hayaller, tahayyül gücü, hafıza ve vehim gibi zihinsel faaliyetlerle ilgilidir.
Hareket güçlerini ise 'harekete sevk eden güç' ve 'hareketi yapan güç' olmak üzere ikiye ayırır. Harekete sevk eden güç, istek, şehvet, öfke gibi duygularla ilgilidir ve kısaca 'irade' olarak da adlandırılabilir. İbn Sina, hareketi yapan gücün, kaslarda yayılmış halde bulunan ve kasılma ile gevşemeyi sağlayan bir güç olduğunu belirtir ve buna 'kudret' ifadesini kullanır.
Aynı şekilde, akıl ile ilgili olarak da 'nazarî akıl' ve 'amelî akıl' olmak üzere ikiye ayrıldığını ifade eder. Nazarî akıl, maddeden soyut, makul anlamları tasavvur eden ve faal akıldan bilgi alan bir yapıdadır. Amelî akıl ise nazarî akıldaki bilgileri gerçek dünyaya yansıtan ve bedeni etkileyen bir yapıdadır.
İbn Sina, aklı beş çeşit olarak sınıflandırır: heyulânî akıl, bil-meleke, bil-fiil, müstefad ve kutsi akıl. Bu beş aşamayı iyi bilmek önemlidir. Daha önce bahsettiğimiz gibi, İbn Sina insanı ruh ve beden olmak üzere ikiye ayırmıştır. Aslında ruh ve bedenle alakalı olarak, İbn Sina ilginç bir noktaya daha değinir. Sağlıklı bir bedeni, olumsuz düşünceler (kuruntular) aracılığıyla ruhun hasta edebileceğini söylerken, aynı zamanda hasta bir bedeni de insanın iradesi sayesinde iyileştirebileceğini ifade eder.
İbn Sina, sadece beden sağlığına değil, ruh sağlığına da önem verir ve müziğin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini inceler. Hatta müziğin bazı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini savunur.
İbn Sina, İslami felsefede önemli bir yere sahip olan Meşâî filozoflar arasında yer alır. Özellikle Kindi ve Farabi ile birlikte anılır.
İbn Sina'nın 'Risale fi Mahiyeti'l-Aşk' isimli eseri, aşk kavramını felsefi bir bakış açısıyla incelemektedir. İbn Sina'ya göre, aşk, ontolojik bir gerçekliktir ve aşık, maşuk ve aşkın kendisi Allah Teala'dır.
İbn Sina ile ilgili son olarak peygamberlik anlayışını ele alalım. İbn Sina, peygamberliği insanın sosyo-politik yapısıyla yakından ilişkili görür. Ona göre, insan temel ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz ve toplum içinde yaşamak zorundadır. Bu nedenle, insanlar arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için belirli bir düzenin olması gereklidir. Aksi takdirde, insanlar arasında anlaşmazlıklar kaçınılmaz hale gelir. İbn Sina, bu düzenin sağlanması için peygamberliğin gerekli olduğunu savunur.
İbn Bacce, Sarakusta’da doğmuştur. Tam adı Ebubekir Muhammed bin Yahya bin Saik'tır. Batı'da Avenpace olarak bilinir ancak İslam dünyasında İbn Bacce olarak tanınır. Matematik, astronomi ve müzik alanlarında uzmanlaşmış olan İbn Bacce, özellikle fizik ve metafizik konularında Farabi ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Ayrıca Aristoteles felsefesine de hayranlığı bulunmaktadır.
İbn Bacce'ye göre insanlar, akıl yeteneklerine göre üç gruba ayrılır: Cumhur (sıradan insanlar), Nazz (doğa bilimleri ve matematik ile uğraşanlar) ve Süeda (filozoflar veya mutlu insanlar). Yani, İbn Bacce insanları akıl seviyelerine göre sınıflandırmıştır. İbn Bacce'nin eserleri arasında 'Tedbirül Mütevahhid' (Mütevehhidin Tedbiri) başta olmak üzere, 'Fil Gayet'l-İnsaniye', 'Risaletül Veda' ve 'Kitabün Nefs' gibi önemli çalışmaları bulunmaktadır. Bu eserleri bilmek, onun felsefesini anlamak için yeterli olacaktır.
İbn Bacce'nin felsefesini anlamak için 'Tedbirül Mütevahhid' eserini incelemek oldukça önemlidir. Bu eserinde, bilgi sahibi, erdemli ancak toplumda yalnız kalmış bir kişinin mutluluğa ulaşması için gereken tedbirleri açıklamaktadır.
İbn Bacce, varlıkları hareketli ve hareketsiz olmak üzere ikiye ayırır. Maddi ve sonlu varlıkların sürekli hareketini açıklamak için 'sonsuz kuvvet' olarak adlandırdığı akla başvurur. Ona göre, cisimler bu aklın etkisiyle hareket eder. Akıl, bir nevi 'suret' iken, ruh ise bu suretin 'maddesi' olarak düşünülebilir. Suret kendi başına var olabilir ancak madde, suretsiz var olamaz. İbn Bacce, bu durumu şöyle ifade eder: 'Akıl kendi başına var olabilir ama ruh, akıl olmadan var olamaz.
İbn Bacce'yi genellikle 'yalnız insan' olarak tanımlarız. Özellikle 'Tedbirül Mütevahhid' (Mütevehhidin Tedbiri) adlı eserinde bu kavram üzerinde durur. Burada 'mütevehhid', ahlaki bozuklukların yaygın olduğu bir ortamda fikren yalnız kalmış, erdemli bir insanı ifade eder. İbn Bacce, bu yalnız insanın mutluluğa ulaşması için gerekenleri bu eserinde detaylı bir şekilde açıklar. İbn Bacce'ye göre insanın temel amacı, Allah'a yakınlaşmaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için insanın faal aklıyla bütünleşmesi gerekmektedir. İbn Bacce, pek az insanın gördüğü şeylerin hakikatini kavradığını belirtir ve bu kişilerin mutlu insanlar olduğunu ifade eder.
İbn Bacce, hayvani davranış ile insani davranış arasındaki farkı da açıklar. Ona göre, bir davranışın amacı sadece o davranışı gerçekleştirmekse bu davranış hayvani bir davranıştır ve nefis tarafından yönlendirilir. Ancak, bir davranışın amacı daha yüksek bir amaçsa (örneğin, Allah'a yaklaşmak) o zaman bu davranışa insani davranış diyebiliriz. İnsan, kendi kendini geliştirmek için bazen toplumdan uzaklaşarak yalnız kalmalı ve düşünmelidir
İbn Bacce'ye göre insan, hem toplumsal hayatın iyi yanlarından yararlanabilen hem de kötü yanlarından kaçınabilen bir varlıktır. Ancak, 'yalnız insan' kavramıyla, bireyin sadece akılcı eylemler yapması gerektiğini vurgular. Yalnız insan, kendi ahlaki niteliklerini geliştirmeye çalışırken, eylem ve davranışları insani olmaktan öte, ilahi bir nitelik kazanır. Yani, manevi alemi kavramaya başlar. Bu noktada, İbn Bacce'nin görüşü Gazzali'nin görüşünden ayrılır. İbn Bacce'ye göre, yalnız insan sadece bilgi sayesinde kendi öz varlığını ve faal aklını kavrayabilir ve böylece en büyük mutluluğa ulaşır.
İbn Rüşd'e bakıldığında ise İbn Rüşd Kurtuba'da doğmuştur ve Batı'da Averroes olarak bilinir. Eserlerinden özellikle 'Faslül Makâl' (Makalelerin Sonu) bilinmesi gereken önemli bir çalışmadır. Ayrıca, 'Menahic el-İdil' (Akılların Yolları) adlı eseri de dikkat çekicidir.
İbn Rüşd'ün 'Tehafüt el-Felâsife' (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseri, Gazzali'nin aynı isimli eserine bir cevap niteliğindedir. İbn Rüşd, felsefeyi ve filozofları savunmayı kendine bir görev edinmiş ve bu çabanın ürünü olarak 'Faslül Makâl' (Makalelerin Sonu) adlı eserini yazmıştır. Eserinde, felsefenin 'hikmet' olduğunu ve Kur'an'ın da hikmet öğrenmeyi emrettiğini belirterek, felsefenin gerçeği arama ve anlama sürecinde önemli bir araç olduğunu vurgular.
İbn Rüşd'e göre, hem din hem de felsefenin amacı gerçeğe ulaşmaktır. Ancak din, bu amaca vahiy ve peygamberler aracılığıyla ulaşırken, felsefe akıl yoluyla ulaşır. Yani din ve felsefe, aynı hedefe farklı yollardan ulaşmaya çalışan iki araçtır. İbn Rüşd'e göre, din ve felsefe aslında birbirine zıt değil, tam tersine 'süt kardeş' gibidir. Yani aynı kaynaktan beslenirler. Felsefe, şeriatın bir dostu ve kardeşi gibidir. İbn Rüşd, felsefe ve dinin doğaları gereği birbirini sevmesi gerektiğini savunur. Felsefecilerin şeriata karşı gösterilen düşmanlığın kendisini çok üzdüğünü ifade eder.
İbn Rüşd'e göre, hem şeriat hem de felsefe hakikate ulaşmayı amaçlar. Hak, hakka zıt olamaz. Bu nedenle, felsefe, dinin öğretilerini destekler ve ona tanıklık eder. Gazzali'nin 'Tehafüt el-Felâsife' adlı eserinde filozofları küfre itmekle suçlaması, İbn Rüşd'ü bu konuda bir cevap yazmaya yöneltmiştir. İbn Rüşd, filozofların yaşadığı sıkıntıları ve özellikle Gazzali'nin 'Tehafüt el-Felâsife' (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserindeki eleştirileri cevaplamak amacıyla 'Tehafüt el-Tehafüt' (Tutarsızlıkların Tutarsızlığı) adlı eserini yazmıştır. Gazzali'nin filozofları suçladığı üç temel konu şunlardır: Allah'ın cüzi şeyleri bilmesi, alemin kıdemi ve cismani diriliş.
İbn Rüşd, 'südûr' teorisine karşı çıkarak 'yaratma' teorisini benimser. Yani, evrenin sürekli olarak Allah tarafından yaratıldığını ve varlığını Allah'a borçlu olduğunu savunur. İbn Rüşd'e göre, Allah her an evreni yeniden yaratmaktadır. Bu durum, Allah'ın her şeye hakim olduğunu ve evrende hiçbir şeyin O'ndan bağımsız olmadığını gösterir.
Şimdi de İbn Rüşd'ün nefis konusundaki görüşlerine bakalım. İbn Rüşd, nefsi beş farklı şekilde ele alır. Bunlardan ilki 'nebatî nefis'tir. Bu, bitkilerde görülen beslenme, büyüme ve üreme gibi temel yaşam fonksiyonlarını ifade eder. İkinci olarak 'hassâs nefis', hayvanlarda bulunan duyular ve hareket gibi özelliklerle ilgilidir. Üçüncüsü ise 'mutahayyil nefis'tir. Bu nefis, duyularla algılanan şeylerin zihinde canlandırılması, yani hayal etme yeteneğini ifade eder. Dördüncüsü 'nâtık nefis'tir ki bu, insanlara özgü olan akıl ve konuşma yeteneğini kapsar. Beşincisi ise 'nüzzû' nefistir. Bu nefis, insanı iyiye ve güzele yönlendirirken, kötü ve zararlı şeylerden uzak tutmaya çalışır.
İbn Rüşd, insan erdeminin en üst noktasında 'teorik erdem'den bahseder. Bu, teorik bilginin ve düşüncenin en yüksek seviyesine ulaşma anlamına gelir. Teorik erdemin yanında, insanı bu zirveye taşıyan dört temel erdem daha vardır: nazarî erdem, fikrî erdem, ahlaki erdem ve ameli erdem.
İbn Rüşd'e göre, insanın ahlaki mükemmelliğe ulaşması için diğer insanlarla etkileşim içinde olması gerekir. Ancak, insan erdeminin en üst noktasında, teorik erdem sayesinde birey, evrenin sırlarını kavrayarak mutlak bir bilgeliğe ulaşır.
Bu bağlamda, Stoacılar'dan bahsetmek gerekir. Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan ve erdemli bir yaşamın önemini vurgulayan bir felsefe akımıdır. Stoacılar, derslerini sütunlu yapılar olan revaklarda yaptıklarından dolayı bu isimle anılmıştır. Ancak, bu ekolün kurucusu Kıbrıslı Zenon'dur. Stoacılık, bireyin kendi iç dünyasında aydınlanarak mutluluğa ulaşabileceği düşüncesine dayanır. 'İşrakilik' olarak da adlandırılan bu felsefe, bireysel sezgiye ve içsel aydınlanmaya önem verir. İşrakilik kavramı ilk olarak Farabi tarafından ortaya atılmış olsa da, bu felsefenin kurucusu olarak Şihabüddin Sühreverdi kabul edilir.
Sühreverdi'nin felsefesine verilen 'işrakilik' ismi, 'ışık' anlamına gelir. Sühreverdi'ye göre, Tanrı, tüm ışıkların kaynağı olan 'nurul envar'dır. Bu ışık, gökten yeryüzüne inerek maddi dünyayı oluşturmuştur. İnsanlar, sezgi yoluyla bu ışığa yaklaşarak aydınlanırlar. İşrakilik felsefesinde temel hakikatlere sezgi ve içsel aydınlanma yoluyla ulaşılır. İnsan, tutkularından arındıkça iç dünyasında ilahi nurun parladığını ve daha iyi bir anlayışa ulaştığını düşünür. Stoacılık gibi, İşrakilik de içsel huzura ve erdeme ulaşmayı hedefler. Sühreverdi'nin 'Hikmetü'l-İşrak' (Işığın Hikmeti) adlı eseri, İşrakilik felsefesinin temel eserlerinden biridir. Bu eserinde Sühreverdi, ışığı iyilik, karanlığı ise kötülük ve madde ile ilişkilendirir. İnsanın bedensel karanlıktan kurtulmasıyla Allah'a daha çok yaklaşacağına inanır.
İşrakilik, meşşailik felsefesinden farklı olarak kıyas ve çıkarım yerine keşif ve sezgiye dayalı bir yöntem izler. Bu nedenle daha tasavvufi bir yaklaşım olarak değerlendirilir. Sühreverdi, din ve felsefedeki görüşleri nedeniyle öldürülmüş ve 'el-Maktul' (öldürülen) lakabıyla anılmıştır. 'Hikmetü'l-İşrak' adlı eseri, bu düşüncelerinin en önemli yansımalarından biridir. Sühreverdi'nin 'Heyakilü'n-Nûr' (Nur Heykelleri) adlı eseri, onun felsefesinin temelini oluşturur. Bu eserde, hikmetin amacının dünyevî ilgilerden uzaklaşıp ilahi nurları keşfetmek olduğunu vurgular. Sühreverdi'ye göre, varlıklar kendi varlıklarından haberdar olma durumlarına göre farklı kategorilere ayrılır.
Kendini bilen ve var olan her şeyden bağımsız varlığı olan varlıklara (Tanrı, melekler, insan ruhu) 'nur' denir. Kendini bilmek için başkasına ihtiyaç duyan varlıklara ise (yıldızlar, ateş) 'arızî nur' denir. Kendi kendine var olamayan ancak başka bir şeyde var olan varlıklara (renkler, kokular) ise 'heyet' denir. Sühreverdi'ye göre, evrendeki her şey farklı yoğunlukta bulunan nurdan ibarettir ve karanlık ise nurun yokluğudur.
İbn Tufeyl ise peygamberliğin varlığına inanır ve mucizelerin gerçekleşebileceğini kabul eder. En bilinen eseri 'Hayy bin Yakzan' veya diğer adıyla 'Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'dir. Bu eserinde, bir insanın başkalarının etkisi olmadan, sadece akıl yoluyla Tanrı ve metafizik varlıklara nasıl ulaşabileceğini anlatır. Eserde üç ana karakter üzerinden bu konuyu işler."İbn Tufeyl, 'Hayy bin Yakzan' adlı eserinde üç ana karakter üzerinden düşüncelerini aktarır. Hayy bin Yakzan'ın doğumuyla ilgili iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre, Hayy, bir ada hükümdarının kızıyla olan ilişkisinden doğmuş ve denize bırakılmıştır. Diğer görüşe göre ise, Hay, Hint adalarından birinde doğal koşullarda kendiliğinden ortaya çıkmıştır. İbn Tufeyl, ikinci görüşü daha çok benimseyerek, Hay'ın adadaki toprağın etkisiyle meydana geldiğini savunur. Yani, topraktaki sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve nem gibi unsurların birleşimiyle Hay'ın ortaya çıktığını düşünür. Hay, akıl yürütme yoluyla tabiatın sırlarına erişen bir isimdir. İkinci karakterimiz ise Salaman'dı. Salaman, hatta siyasi liderini temsil eden, Hay'ın yaşadığı adaya komşu adalardan birinde yaşayan bir insandı. Toplumunu örf ve adetlere göre yönetirdi. Üçüncü karakterimiz ise Alasalvar'dı. Alasalvar, aslında batınını, yani iç derinliklerini de incelemek istemiştir. Daha öz bilgilerle yetinmeyip, bu bilgilerin derinliklerine inmek istemiştir ve bu nedenle Hay'ın yaşadığı adaya gelmiştir. Haile karşılaşıyorlar. Daha sonraki sohbetlerde, muhabbetlerde, orada münzevi bir hayat yaşadığı ve Alasal'ın hedefi tamamen Hay'ın hizmetine adamak olduğu ortaya çıkar.
İbn Tufeyl'in Hay bin Yeksan isimli eseri, dünyadaki ilk felsefi roman özelliği taşır. Peki, 'İbn Tufeyl önce kim yazdı?' dersek, İbn Sina'nın daha kısa bir hikaye formatında bu konuyu ele aldığını söyleyebiliriz.
Batınilere baktığımızda, aslında nasları zahir ve batın olarak ayırarak farklı yorumlar yapan, dinin temel hükümlerini yeniden yorumlayan birtakım itikadi fırkalarla, son derece gizli bir şekilde örgütlenerek merkezi idareye karşı isyan eden grupları bir arada düşünebiliriz. Batınilik, aslında çeşitli kültürlerin bir harmanıdır. Mecusîlik, Sabîlik, Yahudilik gibi eski kültürlerin yanı sıra, Yeni Platonculuk ve Pisagorculuk gibi felsefelerin izlerini de kendi içinde taşır
Batınilik, farklı bölgelerde yayıldığından çeşitli isimlerle anılmıştır. Örneğin, Sebiye ismi, alem ve imamet anlayışında yedili sistemi benimsedikleri için verilmiştir. Talimiye ismi ise hakikatin sadece masum bir imam tarafından öğretilebileceği inancından kaynaklanır. İbahiyye ise dinin haram saydığı konuları helal sayanlara verilen genel bir isimdir. Bununla birlikte, mal ve kadında ortaklığı caiz gören Babak ve Mazdek gibi düşünürlere nispetle böyle bir isim verilmiştir. İslam inancına muhalefet edenlere genellikle zındık denir. Melâhide, âlemi, yaratılışı ve ahireti inkar ettikleri için bu isimle anılırlar. Mesela, Hasan Sabbah takipçilerine Sabbahî, Karmatiyeler'e ise Karmati denir. Bu farklı isimler, farklı grupları ve inançlarını ifade etmek için kullanılmıştır.
Batınilerin görüşlerine göre, âlem ezeli ve ebedidir, yani varlığının bir başlangıcı yoktur. Maddeci bir yaklaşım sergileyen bazı batıniler ise peygamberleri ve mucizeleri kısmen kabul ederler. Kötü ruhların ölümden sonra cesetten cesete geçtiğine ve bu durumun bir azap olduğu düşünülür. İyi ruhların ise ilahi varlıkla birleşerek özgürlüğe kavuştuğuna inanılır. Batınilere göre, dinlerin zahiri ve batını olmak üzere iki yönü vardır. Zahir, dinin dış görünüşü, batın ise iç anlamıdır. Bu nedenle dinler, batınıyla birlikte anlaşılmalıdır. Hakikat konusunda insanların farklı düşünebileceğini belirtirler. Her türlü eksiklikten arınmış bir bilgiye ulaşmak için otoriteye başvurmanın gerekli olduğunu vurgularlar. Görüşlerinin birçoğu Şia ile benzerlik gösterir.
İhvan-ı Safâ olarak bilinen bu düşünce topluluğu, 'Temiz Kardeşler' anlamına gelir. Amacı, Müslümanları taassuptan kurtarıp toplumda aydınlık bir ahlak oluşturmaktı. İslam ansiklopedileri aslında onların eserleridir. Başkanları Zeyt bin Rauf, sekreterleri ise Ebu Süleyman'dır.
İhvan-ı Safâ'ya göre şeriat, yanlış inançlarla bozulmuştur. İhvan-ı Safâ, dinin felsefe ve bilim zihniyetiyle temizlenmesi gerektiğini savunur. 52 veya bazı kaynaklara göre 51 risaleden oluşan 'Resâilü İhvân-ı Safâ' adlı kapsamlı bir eser kaleme almışlardır. Bu birliğin tam olarak nerede kurulduğu konusunda net bir bilgi bulunmamakla birlikte, Basra, Bağdat veya Mısır gibi şehirler öne sürülmektedir. Risaleler, temel olarak dört ana bölüme ayrılır: Talimi (fiziksel bilimler), Tabiî (doğa bilimleri), Aklî ve Nefsânî (akıl ve ruh bilimleri) ve Kanûnî (ilahi bilimler). Bu sayede geniş bir bilgi yelpazesini kapsayan bir eser ortaya çıkmıştır.
İhvan-ı Safâ'ya göre, toplum aydınlanma yolunda çıraklık, liderlik, meliklik ve meleklik olmak üzere dört tabakaya ayrılır. Felsefe yapacak kişiye göre de bazı şartlar öne sürülür. Bu kişi, varlıkların nedenlerini araştıran, sıkıntı ve kederlerden uzak, kötü huylardan arınmış, kavrayışlı bir nefse sahip ve hiçbir mezhebe bağlı olmayan tarafsız bir zihin yapısına sahip olmalıdır. Çünkü mezhebi taassup, hakikatin anlaşılmasına engel olur. Bununla birlikte bilimleri de kendi içerisinde uygulamalı, şer'i ve felsefi bilimler şeklinde üç kısımda ele alır. Uygulamalı dediğimiz, riyaziye; şer'i dediğimiz, şer'i bilimler; felsefiyye dediğimiz, felsefi bilimlerdir. Hatta felsefi bilimleri de matematik, mantık, doğa ve ilahiyat şeklinde dört kısımda da ele aldığını görüyoruz. Hemen burada evrim düşüncesine bakalım. Tabii ki evrim yani tekâmül fikrini savunduğunu görmekteyiz.
İhvan-ı Safa, tabiatın bütün tabakaları arasında şekillerin değişiminden ibaret sürekli bir değişmenin, gelişmenin olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre bitkilerin ilk basamağı madenlerin son basamağına, hayvanların ilk basamağı da bitkilerin son basamağına dayanmaktadır. Yine onlara göre hayvanlar aleminin en üstünde insana şekil ve davranış bakımından benzeyen kır dediğimiz, hatta yazı kırt dediğimiz maymunun bulunduğunu ifade eder. Ve burada hayvanlardan insanlara doğru bir geçişin varlığından bahseder. Tamamıyla Darwinizm'e dayanır demiyoruz. Darwinizm'den ayrıldıkları hususlar var o yüzden Darwinizm ile düpedüz aynıdır ifadesini kullanamayız. O yüzden 'ifade etmeyeceğim ama Darwinizm'le düpedüz aynıdır' ifadesini kullanamayız. Tabi ayrıldıkları hususlar da vardır.
İhvan-ı Safa, rakamlar ve harflere çok önem vermiş, hatta 'hurufilik' olarak da anılmıştır. Bir de ahlak konusundan bahsedelim İhvan-ı Safa'ya göre, aslında iyilik bizzat iyilik için yapılmalı. İnsanın ahlaki oluşum ve gelişmesinde de dört önemli etkenin rol oynadığını ifade eder: İnsanın doğuştan sahip olduğu mizacı, yaşadığı ülke ve iklimi, ailesi, okulu ve dini eğitimi, hatta insanın ana rahmine düştüğü ve dünyaya geldiği anda gökteki yıldızların durumu. Bunların hepsinin aslında insanın ahlaki oluşum ve gelişmesinde önemli bir rolünün olduğunu söylemektedir.
Gazali’ye bakıldığında Gazali, biliyorsunuz ki Tûs’ta doğmuştur. Nizamülmülk zamanında Nizamiye medresesinin başına geçmiştir ve bu görevinde bir süre kaldıktan sonra şüphe krizi geçirmiş ve hacca gideceğim bahanesiyle Şam’a gitmiştir. 10 yıl yarı inziva hayatı yaşamıştır. Daha sonra memleketine dönmüş ve öğretim ve irşat faaliyetlerine memleketinde devam etmiştir. Tabii ki bu inziva hayatında Gazali, batıni ve filozoflara karşı olumsuz tavırlar almış, kelamcıları ise yetersizlikle suçlamıştır. Sadece sufilerin yolunu en güvenli yol olarak görmüştür.
Eserlerinden Mişkatül Envar, Nur 35 ayetten bahsederse bu eser ile ilgilidir. Bununla birlikte, Makasidül Felasefe ve Tehafütül Felasefe isimli eserleri önemli. Farabi ve İbn Sina'yı açığında 23 konuda tenkit ediyor ve üstelik bazı konularda küfürle itham ediyor. Bunlardan İhya Ulumiddin'de bahsetmiştik. El-Münkit, kendi şahsi tecrübelerinden bahsettiği bir eserdir.
Tabii ki Gazali'nin metodunda ne var dersek, Gazali'nin metodunda şüphe etme ilkesi vardır. Yani kısaca, Gazali her şeyden şüphe etmek gerekliliğini vurgulamakta. Her şeye şüphe duyulmalı, yani sağlamlığı kesinleşen bilgiler bilgi olarak alınmalı der. Onun dışındaki her bilgiye kesinlikle şüpheyle yaklaşılması gerektiğini, daha doğrusu şüphe yoluyla ulaşılması gerektiğini ifade etmekte ve bunu da 'şüphe etme ilkesi' başlığı altında ele almaktadır. Mesela burada da ifade ettik ya, şurada kelamcılar, batıni, filozoflar ve sufiler... Sufilerin yolunu aslında baktığımızda en güvenli yol olarak görmüştür ve bunları dört sınıfta incelemeye de çalışmıştır. Eserinde, 'Munkız minel Dalal' isimli eserinde de ele aldığını görüyoruz. Bununla beraber Gazali'ye göre filozofların küfre düştükleri konular... Bu konular nelerdi? Tehafütül Felasefe isimli eserinde alim, kadim sayılması, Allah'ın cüzi olan şeyleri bilmediği ve haşrin ruhani olacağı meseleleriydi.
Şüphe etme ilkesiyle birlikte Gazali'yi biz bir de mucize ilkesiyle tanıyoruz. Mucize ilkesinde neyden bahseder? Bir konuda zorunlu nedenselliğe karşı çıkar. Mesela, ateşin yakma sebebi değil mi? Ateşle pamuğu yan yana getirdiğinde, ateş pamuğu yakar gibi zorunlu bir nedenselliğe kesinlikle karşı çıkıyor. Yani oradaki yakma fiiliyatı Allah'tan geldiğini, eğer Allah dilerse o yanmanın olabileceğini, ama dilemezse o yanmanın olmayacağını ifade etmekte ve bunu da mucize ilkesi başlığı altında ele almaktadır.
İbn Haldun dediğimizde, onu 'Mukaddime' isimli eseriyle tanırız. Mukaddime ile birlikte, kendisi toplumu bedevi ve hadari olmak üzere iki kısma ayırmakta, hatta bu ikisi arasındaki rolü oynayan isim olarak da 'asabiyet' kavramından bahsetmektedir. Asabiyet, onun için önemli bir kavramdır. İbn Haldun'un, bir ihtiyaçlar hiyerarşisini anımsatan bir hiyerarşisi vardır. Buna da 'tavırlar teorisi' veya 'tavırlar nazariyesi' ismi verilmektedir.
İbn Haldun, devleti insana benzetiyor. Yani, organizmacı anlayışlardan birini de burada görüyoruz. İnsan nasıl doğar, büyür ve ölürse, devlet de aynı aşamalardan geçtiğini ifade eder. Yani devlet de insan gibi doğar, büyür ve ölür. Buradaki devletin aşamalarında göçebelikten fetih yani kurtuluşa geçiş, fethedilen yerlerin halkına karşı hükümdarın iktidarını sağlamlaştırma aşaması, refahın arttığı yükseliş aşaması, doyum ve kendini beğenme aşaması, yönetenlerin eğlenceye ve adaletsizliklere yönelmesi ve dolayısıyla devletin çöküş aşaması yer alır. Dolayısıyla, İbn Haldun'a göre her devlet bu aşamalardan mutlaka geçmek zorunda ve her devlet doğdu, gelişti, büyüdü ve sonuç itibarıyla çöktü. Bu görüşünü 'tavırlar teorisi' veya 'tavırlar nazariyesi' başlığı altında ele almaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder